Melekût
Dikkat aşağıda okuyacağınız hikaye tamamen bir kurgudur. (Ya işte fantastik bir hikaye yazmaya çalıştım. Çok uzun demeyin okuyun lütfen. Yorum da atın. Meraktayım. Umarım beğenirsiniz:)
1. Bölüm
- İşini yaparken hiç üzülmüyor musun? Acıma duygusu yaşamıyor musun hiç?
- Neden üzüleyim? Hangi şoför, yolcusunu musait yerde indirdi diye üzülür ki? Benim de görevim bunun gibi bir şey işte.
Bir hafta sonra..
"Melekut ceza kanununun ilgili maddesi gereğinde iki ay süreyle dünyaya sürgün edilmesine karar verilmiştir."
-Dünyaya sürgün mü? Peki ama neden? Ne günah işledim ki ben?
Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle bir kaç Huri.. Dünya daha mı eğlenceli ne? Aslında oraya gitmem için bu iyi bir bahane..
Bir saat sonra..
İlk iş kendine bir çeki
düzen vermeli. İnsanoğlunun giydiği kıyafetlerden giymeliyim.
Geçenlerde şu karşıdaki ışıklı mağazaya görev için gelmiştim, baya da
beğenmiştim. Fiyakalı kıyafetler vardı içeride. "Ben insanların yerinde
olsam buradan giyinirim" demiştim. Bu düşüncemin gerçek olacağını ise
hiç düşünmemiştim.
- Buyurun, hoşgeldiniz.
- Gerçekten hoşbuldum, çok çok hoş buldum. Ne kadar hoş bir kadınsınız.
- Efendim anlamadım?
- Çok hoşsunuz dedim.
- Bir şey almayacaksanız kapı orada..
- Alacağım.
- Ne?
- Kıyafet.
- Hadi ya!
- Bak canım..
- Ben senin nerden canın oluyorum acaba..
Muhabbet böyle uzadı gitti. O sözlerimi yanlış anladı ya da ben anlatamadım. Neyse ki sonunda bir şeyler alıp çıkmayı başardım. Giderken "umarım tekrar görüşmeyiz" diye vedalaştım. "İnşallah" dedi, gülümsedi. Gülümsemek bir insana nasıl bu kadar yakışabilir ki?
2. BÖLÜM
Karanlık iyice
bastırdı. Şehre sessizlik çökmekte. İnsanlar uykuya teslim olmuş. Bir
ben ayaktayım bir de hırsızlar herhalde.. Her ne kadar insan gibi
görünsem de özünde ben yine bir meleğim. Acıkmıyor, uyumuyorum bir tek
farkla sevebiliyorum. Seviyorum..
Bir süre sonra..
Güneş yavaş
yavaş yüzünü gösteriyor, şehre yeniden ses geliyor. Cennet kadar olmasa
da dünya da fena bir yer değil aslında. Cehennemden evladır. Ceza
olarak zebaniliğe sürgün edilsem daha mı iyi olacaktı sanki. Burası iyi hoş da pek bir boş yapacak bir iş bulamıyorum. Yeniden o mağazaya mı gitsem acaba? Çorap almayı unutmuşum galiba..
- Merhaba yine ben.
- Buyurun, ne istemiştiniz sabah sabah?
- Adını öğrenmek..
- Şefkat, Senin?
-Kerim.
-Kerim, ilgin için teşekkür ederim. Ama artık gitsen diyorum. Malum çalışıyorum.
- Oluuur, bir şartla.
- Tamam kabul ediyorum ama işten sonra..
Bu muhabbet bana hiç de normal gelmedi. Bu işin içinde bir iş var. Ilımlı olmamalıydı bu kadar.
-Çok bekletmedim inşallah.
-Yoo, ben de şimdi geldim.
- Hadi gidelim.
-Nereye?
- Önce benim evime sonrası Allah kerim, Kerim..
10 dakika sonra..
-Burası benim evim.
Genel de şu çardakta oturup güneşlenirim. D vitamini önemli biliyorsun.
Bunlarda çiçeklerim. Çiçekleri çok severim.
- Neden buraya geldik?
- Birgün öleceksem eğer burada ölmek isterim.
-Ne ölmesi?
- Sen ölüm meleği değil misin?
- Şey.. Öyle olsam bile şimdilik izindeyim.
-Beni almaya gelmedin yani?
-Öyle bir emir verilmedi.
-Neden buradasın peki?
-Yıllık izin diyelim..
- Çok inandırıcı değil ama hadi öyle olsun.
-Melekler yalan söylemez, formatımıza aykırı.
-Tamam tamam inandım. "Çay demleyeyim içelim" diyeceğim ama melekler yemez içmez galiba.
-Doğru istihbarat. Sen iç ama bana bakma. Ben sana bakarım, o yeter bana.
-Ya sen ne çapkın bir meleksin.
- Çapkın mı? bu
dediğin de bizim formata aykırı bir kere. Biz de öyle şeyler de olmaz.
Bakma erkek kılığında geldim dünyaya ama bizim cinsiyetimiz yoktur
aslında.
- Ya ben sana bir şey soracağım aslında..
-Hayırdır?
-Ben alanında
tecrübeli bir melek eleman arıyordum. Bunun için gece gündüz dua
ediyordum. Sen benim hafaza meleğim olabilir misin acaba?
- Hafaza meleği mi?
- Evet. Beni
Azrail'den koruyacak bir meleğe ihtiyacım vardı. Bir melekten beni ancak
başka bir melek koruyabilir diye düşünüp dua etmiştim. Sen benim duamın
kabulü müsün yoksa?
-İyi de ben ölüm meleğiyim. İnsanları korumayı ne bileyim.
- Sizde kurumlar arası geçiş sınavı filan yok mu? Bir süreliğine Hafaza meleği olamaz mısın?
- Olurum. Sen iste yeter ki.
- Bak yine kur yapıyorsun. Senin sistem virüs kapmış haberin olsun. Fabrika ayarlarına acil dönüş yap bence.
- Oluuur. Sen yeter ki iste.
4. BÖLÜM
-Hayırlı Sabahlar. Günaydın. Sabah el Hayr. Good morning..
- Sana da, sana da sana da..
- Daha kahvaltını yapmadan ne içiyorsun öyle.
-İlaç.
-Ne ilacı?
- Çaresiz bir derdin acılarını hafifletme ilacı.
- ...
- Çok az zamanım
kaldı. Dünya sürgünüm yakında bitecek. Sonra " duydunuz zilin sesini"
ve bir anons "Ahiret hava yolları iyi yolculuklar diler. Bizi tercih
ettiğiniz için teşekkürler"
-Ölüyor musun yani?
- Bunu sen daha iyi bilirsin, ne de olsa uzmanlık alanın.
5.BÖLÜM
- Ben geldim.
-Geç kaldın?
-Bugün çok yoğunduk. Sen ne yaptın? Bütün gün evde miydin?
-Sana yemek yaptım.
-Hadi canım. Melekler yemek yapmayı bilir mi?
-Sizin dünyanızda
teknoloji bizim dünyaya göre bayağı geride maalesef. İnternet denilen
basit teknolojinizi kullanıp bir şeyler yapmaya çalıştım idare edersin
artık.
-Maşallah çok lezzetli olmuş. Ne de hamaratmış benim Hafaza meleğim.
- Teşekkür ederim. İnşallah öyledir. Yalnız, cennet nimetlerinden tatmış olsan dünya yemeklerine yemek demezsin benden söylemesi.
-Sanki sen tatmışsın gibi konuşuyorsun.
-Ben bilmem tabi de öyle olduğunu söylerler genelde.
Bir müddet sonra..
- Şiir sever misin?
-Kim sevmez?
- En sevdiğin?
- "En" demek zor ama son zamanlarda bana en çok hitap eden "Sessiz Gemi"
-"Birçok giden memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden."
-Biliyorsun!
-Bilirim.
-Gerçekten dönmüyorlar mı yoksa dönemiyorlar mı?
-Yorumsuz .
-Peki sen? Hangi şiiri seversin?
-Şu sıralar Sezai Karakoç'un " Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine" şiiri beni anlatıyor sanırım.
-"Sevgili, uzatma dünya sürgünümü benim.." Böyle değil miydi? Bu kadar kötü mü? Dünyada olmak yani..
- Evet böyle. Çok iyi olduğunu söyleyemem.
-Biliyor musun,
ölmekten korkuyorum ama sevdiğim şairlerle tanışma imkanı
heyecanlandırıyor beni. Onlarında senin gibi yakışıklı mıydı ölüm
melekleri?
- Ben senin ölüm meleğin değilim unutma. Hem geç oldu, uyu artık.
- Deli misin, insan
bir ölüm meleği ile sohbet etme fırsatını hayatında kaç kere yakalar
ki? Daha merak ettiğim çok şey var ve gece uzun.
- Bana göre hava hoş.. Meleklerin uyumadığını biliyorsun herhalde.
-Onu biliyorum da bilmediğim şeyler var. Mesela, hiç ünlü birinin canını aldın mı?
- Çok mu magazin programı izliyorsun sen?
- el-cevap lütfen..
- Sokrates var mesela. Kanuni, Einstein bir de Ankaralı Hasan.
- Dalga geçme..
- Dalga geçmek de formatıma aykırı.
- Peki meleklerin ortalama ömrü ne kadar?
-Biliyorsun tıp çok
ilerledi. Meleklerin ömrü de uzadı tabi. Eskiden en fazla 1000 sene
yaşardık şimdilerde 1500 sene yaşayanlar var.
-Sen kaç yaşındasın peki?
-İnsanlara maaşı meleklere yaşı sorulmaz, bilmiyor musun?
- Hadi ama merak ediyorum.
- Senden çok ama çok yaşlıyım. Bana dede diyebilirsin.
- "Dede" senin için çok "genç" bir tanım olur. Hem bu söz, büyük büyük büyük büyük dedeme de hakaret olur.
-Tamam hadi git yat artık, gerçekten çok geç oldu.
-Olur dedeciğim.
6. BÖLÜM
- Uyan artık işe geç kalıyorsun.
- Bugün işe gitmiyorum. Hastaneye gideceğim. Kontrolüm var.
- Ben de seninle geleyim, ister misin?
- Olur.
Hastanede..
-Hastalığın beklediğimden de hızlı ilerliyor. Kendini ölüme hazırlasan iyi olur.
- Doktor bey, fazla açık konuşmuyor musunuz?
- Hastalarıma gereksiz ümit vermek gibi bir tarzım yok.
- Daha yumuşak bir dil kullanamaz mısınız?
- Şefkat hanım, bu bey kim? Neden burada?
- Burada olmamın bir mahsuru mu var?
- Şefkat Hanım, mümkünse sizinle yalnız görüşsek bu meseleyi.
-Kerim, sen beni dışarda bekle istersen.
Şeytan diyor ki git şu
doktorun ağzını burnunu kır eline ver. Sözün yumuşağını bilmez mi bu
adam? Melekler ağlamaz biliyorum. Peki bu gözümden akan yaş değilse ne?
soruyorum.. İlk defa bir şeyleri değiştirmek istiyorum. İlk defa sol
yanımda bir ağrı hissediyorum. Halbuki biraz düşününce, ben de onun
gibi değil miydim? Yüzüme "şimdi değil, sonra.." diye bakanlara, "Ben
daha gencim ama.." diyenlere, "Çoluğum çocuğum var benim" diye
ağlayanlara tıpkı onun gibi tepki vermez miydim? Daha bir ay önce ben
de bir ölüm meleği değil miydim?
7. BÖLÜM
Her sabah dayanılmaz
ağrılarla uyanıyor. Ne doğru düzgün uyuyor ne de bir şeyler yiyor.
İyice zayıfladı. Yüzü soluk, gözleri buğulu ama sözleri ve gülüşü..
Yağmurlu bir havanın ardındaki gökkuşağı gibi renkli, samimi, hayat
dolu.
-Bu bavulda ne böyle?
- Gidiyorum.
- Neden? dedi endişeli sesiyle..
- Cezam bitti. Kurtuluyorsun benden.
- Beraber gidelim, olmaz mı?
-Olmaz.
-Gitmesen olmaz mı?
-Olmaz. Uzun süre görüşmemek ümidiyle hoşçakal..
Biliyordum, onu bir daha görürsem bu sefer yalnız dönemem geldiğim yere.
Bir hafta sonra..
- Bak listeler dağıtılıyor.
- Bugünlerde ölen ölene..
- Var mı tanıdık bir isim?
- Benimkiler hep yaşlı. Ununu elemiş eleğini asmış kişiler. Yalnız senin listende genç biri var baksana?
- Kim?
- Adı Şefkat.
-Bu nasıl bir yazgı? Neden ben? Onu nasıl koruyabilirim ki kendimden?
Biz melekler olduk olası hep "neden?" diye sormuşuzdur. Halbuki cevap her zaman çok açık olmuştur:
"O bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara 216)
8. BÖLÜM
- Kerim, sen mi geldin?
- Bu kadar mutlu olacağını bilseydim daha erken gelirdim.
- Keşke gelseydin ama gelemezdin biliyorum.
"Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri
gidebilirler." (Araf 34)
- Seni tanımadan önce
ölümden korkuyordum. Ama sen gittikten sonra ölümü bekler oldum. Hadi
gidelim artık. Korkma çünkü ben korkmuyorum.
-Olmaaaz. Bu çok ağır bir ceza. Bunu yapamam. Senin canını alamam.
Mahkemede..
Ben yine neden buradayım. Başladığımız yere geri döndük iyi mi? İyi ama Şefkat'e ne oldu? Ölmedi değil mi?
- Daha önce binlerce kez yaptığın bir şeyi bir kez daha neden yapmadın?
- Merhametten hakim bey merhametten. Cezam neyse razıyım. Ama onu öldürmemi istemeyin benden.
- İbrahim'in hikayesini bilirsin değil mi?
- Bilirim.
- Sence Allah, babanın oğlunu öldürmesini ister miydi?
- İstemezdi tabi.
- Evet istemezdi.
Sadece onu test etti. Samimiyetini ölçtü. İbrahim, Rabbini oğluna tercih
etti. Kazandı. Sen ise işini yaparken merhamet nedir bilmezdin, tıpkı
bir cellat gibi muamele ederdin. Halbuki ölüm meleği ile cellatlar
arasında dağlar kadar fark vardır bilirdin. Ama bilmezden gelirdin.
Şimdi de sen test edildin. Fakat yenildin. Merhametinden dolayı emri
yerine getirmedin. Senden istenen merhamet etsen bile işini yapmandı.
Yani bu işi merhametle beraber yapmalıydın. Ama sen yine tefride kaçtın
ve yine haddi aştın. Sen orta yolu bulamaz mısın be evladım?
- Haklısınız ne diyebilirim ki? Şimdi boynum kıldan ince. İbrahim olamadım belki fakat eğdim başımı İsmail'ce.
- O zaman karar. Yaz
kızım! Zanlının meleklik vasfının elinden alınmasına ve insan olarak
süresiz bir vakte kadar dünyaya gönderilmesine karar verilmiştir.
9. BÖLÜM
Dünya yine aynı dünya. Bir çarpışma sesi ve yerde bir tomar kitap hadisesi.. Hiç mi bir şey değişmez bu dünyada?
- Önüne baksana arkadaşım!
- Siz bana çarptınız küçük hanım.
- Türk filmimi çekiyoruz burada? Küçük hanım ne ya?
- Şefkat mi demeliydim yoksa?
- Kerim..
- Aynı rûyayı görmüş olamayız değil mi?
- Kim bilir belki..
Bir saat sonra o mağazanın önünde..
- Burası kafe mi olmuş?
- Baksana öyle galiba.
- Burası 15 senedir kafe hanımefendi, dedi garson çocuk.
- İyi bari şurada oturup konuşalım mı bu meseleyi?
- Anlat bakalım ne rûya gördün?
- Rûyamda sen benim ölüm meleğimdin. Merhametsizliğin yüzünden dünyaya sürgün edilmiştin.
- Yıllık izin diyelim ona..
- Hadi öyle olsun.
Sonra benim koruyucu meleğim olmakla görevlendirildin. Cezan dolunca
memleketine geri döndün. Tekrar geldiğinde ise beni öldürecektin. Ama
bir türlü beceremedin.
- Sana acıdıysam demek ki..
- Sonra sen yine
mahkemeye çıkmışsın. Bu kez cezan müebbete cevrilmiş. Sonsuza dek insan
olacakmışsın ve dünyaya tekrar gelmişsin.
- Eee sonra..
- Gelir gelmez
köşeyi dönme derdine girmişsin. Tam dönecekken benim başımı
döndürmüşsün. Seni görür görmez sana aşık olmuşum. Üstelik geçmişte
olan biteni de çok iyi hatırlıyormuşum. Sonra ilk karşılaştığımız yere
gitme kararı almışız. Meğer orası bir elbise mağazası değil de
kafeymiş.
- Eee sonra..
- Güzel bir masa
bulup oturmuşuz. Gökyüzü çok berrak, gözlerinde bir ışık beni
dinliyormuşsun. Bense sana akşam gördüğüm ruyayı anlatıyormuşum.
- Eee sonra..
- Sen sürekli " eee sonra" deyip duruyormuşsun.
- Sonra masanın
üzerindeki çiçeklerden bir dal koparmışım ve bir yüzük yapmışım. Senin
parmağına takıp "biz evlensek mi?" demişim galiba.
- Eee sonra..
- Sen daha güzel anlatıyorsun sen anlat.
- Ya işte, tam o sırada annem geldi " kalk kızım, okula geç kalıyorsun" dedi.
- Hadi ya, en heyecanlı yerinde olacak iş mi şimdi bu? Neyse ki beni uyandıran bir anne yoktu. Rûyanın sonunu biliyorum yani.
- Ne oldu sonunda peki? Söyle hadiii.. Söyleseneee.. Neye bakıyorsun?
- Navigasyona.
- Neden?
- Biliyorsun buraların yabancısıyım. En güzelinden bir nikah salonu bulmalıyım.
Harbi uzunmuş, okuduktan sonra farkettim(iltifat, bir çırpı)
YanıtlaSilHayal gücünle hünerin voltran yapmış ortaya güzel birşey çıkmış.
Lâ-kin: Var olan potansiyelini "orta dünya" uyarlaması olarak ele alacağın bir eser yapabilirsin. Ki muhtemelen serisi olan bir eser ortaya çıkacaktır. Belki de şimdinin insanları melekli şeyleri seviyordur.
Özetle güzeldi :)
Yorum da çok güzel.. Zahmet edip okuduğunuz için teşekkürler. :)
Sil