Evim Neresi?

Yalnızlık Allah'a mahsus diyorlar ya muhtemelen haklılar. Fakat kalabalıklar da bir anlam ifade etmiyor esasında. Gerçek bir iletişim, samimi bir dostluk olmadıktan sonra İstanbul gibi olsan ne fayda. 


Yalnız hissediyorum, kendimi bildim bileli. Bugüne ait bir duygu değil bu. Çok eskiden beri. Bir önceki yazımda da değindiğim gibi "olamıyorum". Herkes gibi olamıyorum. Daha evvel yine bir otobüs metoforu üzerinden anlatmıştım bu durumu. Yanıma sürekli birileri geliyor, oturuyoruz, dertleşiyoruz, bir süre birlikte yolculuk yapıyoruz ve sonra gidiyorlar. Daha doğrusu ben herkesten gidiyorum. Yanımda yolculuk yapanlar ekseriyetle benden bir söz bekliyorlar. Ne olur inme otobüsten.. Beraber devam edelim yola.. Ama ben her seferinde "gidin" diyorum. Evinizi bulun. Ben evsizim. Benim ineceğim bir durak yok. Ben yolda öleceğim, biliyorum. Yol güzel, seviyorum. Dağları, kuşları, çiçekleri. Mutlu oluyorum ama karanlık çökünce yeniden hüzünleniyorum. Sonsuz mutluluk var mı bilmiyorum fakat gerçek mutluluğun "evine varmak" olduğunu hissediyorum.

Çocuk benin, patates kızartması kokusunun kendi evinden geldiğini duyduğunda hissettiği mutluluğu dün gibi hatırlıyorum mesela. Kapıyı anahtarla açmak zorunda kalmadığı zamanları. Evinin neresi olduğundan emin olduğu o günleri. 

Sonra bir şey oluyor. Bir şey. Birileri çalıyor kapıyı. İstiyoruz diyorlar kızınızı. Yahut şöyle cümleler duyuyorum. Kendi evinde yaparsın o dediklerini. Burası benim evim değil mi?  Bir gün bu evden gitmeli miyim? Gitmeliymişim. Kendi evim olmalıymış. Kendi kızartması kendim yapmalıymışım. Kapımı kendim açmalı. 

O gün bugündür, evsiz bir çocuk büyüyor içimde.. Ne kadar yol giderse gitsin, yolculukta kimleri yanında misafir ederse etsin, bir gün evine varamayacağını anlayan bir çocuk.. Olmayan, olduramayan bir çocuk.. Hala çocuk. Hala çocuk..

Yorumlar

Popüler Yayınlar