Sevme Sanatı ve İnsanın Tanrı Tasavvuru
Eric Fromm'u bilirsiniz. Asıl adı Fromm fakat kendisine Fromm'un oğlu mahlasını layık görmüş bir psikanalitikçi. Babası ile olan nahoş münasebetinden dolayı ben kendi kendimin oğluyum noktasına ulaşmış isim hakları mevzusunda bir nevi redd-i miras yapmıştır.
Bizim Fromm, sevme üzerine bir de kitap yazmıştır. Hayata hümanist bir pencereden bakan Fromm, herkesin ve her şeyin sevilmeye değer olduğunu düşünmekte fakat sorunun sevmek değil "doğru sevmek" olduğu üzerinde durmuştur. Sevginin türlerini kategorilere ayırarak ele aldığı kitabında sevmenin çeşitlerini de bir bir açıklamıştır. Özellikle mazoşist ve sadist sevgiden bahsettiği kısımlar okunmaya değerdir. Fakat ben bugün burada bütün bir kitabın analizini yapmayacağım. Çünkü bir postta her şeyi anlatmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Kitap ciddi anlamda altı çizilesi bir çok değerli analizi içinde barındırıyor. Ben ise sadece "Tanrı Sevgisi" kısmından söz edeceğim. Hem aldığım eğitim hem de ilgi alanıma en çok bu kısım hitap ettiği için daha bir dikkat ve rikkatle okudum bu kısmı.
Fromm biraz da Freud'u esas alarak Tanrı Tasavvurunun gelişimsel sürecinden bahsediyor kitabında. Ona göre ilk Tanrı tasavvuru daha anaerkil bir tasavvuru. İlk insanlar "ana" kavramını daha kutsal buluyor, oluşturdukları Tanrı tasavvufunu annelerine benzetiyorlardı. Genel geçer bir kural olarak anneler, daha merhametli, daha anlayışlı ve daha karşılıksız seven insanlardır. Evlatlarının kusurlarını örter onları affeder, sever, korur ve kollar. İşte ilk Tanrı Tasavvuru böyleydi. Fakat zamanla erkek egemen bir dünya yapısı oluşmaya başladı. Özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinlerde Tanrı, eril bir özellik kazanmaya başladı. Sahneye "Baba Tanrılar" çıktı. Baba Tanrıların özelliği, onun istediği gibi bir evlat olursan seni ödüllendirmesi, istemediği şeyler yaparsan sevgisinden mahrum edip cezalandırmasıydı. Baba Tanrıya inanan kullar itaatkar olmalı zorundaydı. Hatta bu kısımda Hıristiyanlıktaki "oğul tanrı" inancının Yahudilikteki "Baba tanrı" inancına bir cevap gibi olduğunu. Bir şekilde oğlunu diğer "evlatları" için feda eden bir Baba Tanrı figürü oluştuğunu ve bununla beraber eski anaerkil tanrı inancının da Meryem vasıtası ile yine korunmaya çalışıldığını filan söylüyor. Ve son noktada bugün artık anne ve baba hegemonyasından kurtulan yeni dünya insanının daha özgür bir Tanrı Tasavvuruna kavuştuğundan bahsediyor. İnsan bireyselleştikçe Tanrı da cinsiyetsizleşmeye başladı diyor. Onun artık bir adı yok ve cinsiyetçi özellikleri de birer birer kayboluyor. Tasavvuftaki "EnelHak" hikayesi gibi herkes kendi Tanrısını oluşturuyor. Herkesin zihni kendi Tanrı Tasavvuruna kavuşuyor. Bu noktada henüz Tanrı'yı öldürmeye cesaret edemeyen insanoğlu, "ben tanrıyı yaşamasam da Tanrı ben de yaşamalı" düsuturunu oluşturuyor. Ve dinler üstü bir Tanrı tasavvuru ortaya çıkıyor. Belki biraz deizm biraz da agnostizm e doğru bir yönelim başlıyor. Taoizmdeki Lao Tazo nun dediği gibi "Ben Tanrı nın adını bilmiyorum ama ona Tao diyorum"..
Bilmem siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yorumlar
Yorum Gönder